İNCİL’İN Temelleri
Konu 2 : TANRI’NIN RUHU
Tanım | Esinleme | Kutsal Ruh’un Armağanları | Armağanların Geri Alınışı | Tek Otorite İncil | Arasöz (Kutsal Ruh Bir Kişi midir?, Kişileştirmenin Kuralı, Kalvinizim, "Sizler Kutsal Ruh’un armağanını alacaksınız.", "Bu belirtiler inançlıları izleyecek") | Sorular

2.3 KUTSAL RUH’UN ARMAĞANLARI

Tanrı, çeşitli zamanlarda insanlarla olan ilişkilerinde, O’nun gücünün (Kutsal Ruh) insanlara karşı kullanımına yetki verir. Bununla birlikte, bu asla bir ‘açık çek’ biçiminde olmaz. Öyle olsaydı onlar ne istiyorsa onlara yaptırırdı; Kutsal Ruh’un kullanımı her zaman özel bir amaç için olurdu. Bu başarıldığında da Kutsal Ruhun ödülü geri çekilirdi. Biz şunu hatırlamalıyız ki Tanrı’nın ruhu, O’nun belleğindeki amaca yönelik bir yolda faaliyet gösterir. O’nun amacı, O’nun uzun dönem planını gerçekleştirmek için, çoğu kez insanların yaşamlarında kısa dönem acılara da yol açar (Bk. Konu 6.1). Bu şekilde; O’nun Kutsal Ruh’unun, ille de bu yaşamda insan acılarını hafifletmek üzere kullanılmayabileceği umulur. Bu şekilde onun sağlayacağı herhangi bir yardım, Tanrı’nın belleğince bize ifade edilen daha yüksek bir amaç için olacaktır. Bu husus, Kutsal Ruh’a ilişkin bugünkü yaygın Hıristiyan görüşlerine belirgin şekilde tezat oluşturur. İsa’da inanışın belirlenmiş izlenimi, onun, Kutsal Ruh’un vereceği varsayılan hastalıktan iyileşme, vb… fiziksel faydalarından dolayı değerli olduğudur. Bu husus, Uganda gibi büyük acılar çeken ülkelerde neden ruh’un iyileştirme ödüllerine sahip olduğunu iddia eden çok sayıda kişinin bulunduğunu açıklamaktadır. Tarihsel olarak bu şekildeki iddialar, çoğu kez insan gereksiniminin büyük olduğu dönemlerle eşzamanlı olarak ortaya çıkar. Bu kendi içinde bazı kuşkulu durumların yerine, mevcut ruh edinimini iddialarını koymaktır. Birisi mevcut insan dertlerini aşmak üzere deneyim arıyorsa, tam gereksinim duyulan şeyin bulunduğunu iddia etmek kolay olur.

Bugün birçok Hıristiyan, mucizevi ruh ödüllerine sahip oldukları iddiasındadırlar. Ama yine de onların gerçek amacının ne olduğu hakkında kuşkulanıldığında, önemli bir belirsizlikle karşılaşılır. Tanrı daima; özel, belirli amaçların başarılması için kendi ruhu’nu vermektedir. Bundan dolayı, ruh’un ödüllerine gerçekten sahip olanlar, onları tam olarak ne için kullanacaklarını bilirlerdi ve bu yüzden de onların kullanımıyla sadece kısmî bir başarı elde etmezlerdi. Bu durum; bugün ruh iyileştirme ödüllerine sahip olduklarını iddia edenler tarafından gerçekleştirilen birçok başarısızlıklar ve kısmi iyileştirmelerle çelişmektedir.

Aşağıdaki örneklerin tümü; ruh ödülleri bahşetmenin altında bulunan özel nedenleri ve amaçları göstermektedir. Bu örnek olayların hiçbirinde, ödüllere sahip olmaya ilişkin ne herhangi sübjektif bir unsur bulunmakta ve ne de ödüllerin sahipleri tam uygun gördüklerinde onları kullanabilmektedirler. Çünkü Tanrı’nın ruhu üzerinde konuşuyoruz. Mademki o, onun kullanımına geçici olarak sahip kişilerin isteklerinden çok, Tanrı’nın belirli, özel isteklerini yerine getirmek üzere onlara verildi; onun kullanımının insanlar tarafından yönlendirilmesi olanaksızdır (krş. Isa. 40:13).

  • Eski İbrani tarihinde, onlara, içinde sunak taşı ve diğer kutsal şeylerin korunabileceği özenle hazırlanmış bir çadır (tapınma çadırı) yapmaları buyruldu; Tanrı’ya tapınmak için gerekli tüm unsurların nasıl yapılacağına ilişkin ayrıntılı yönergeler verilmiştir. Bunu başarmak üzere; Tanrı belli kişilere ruhundan verdi. Onlar: "Harun’un giysilerini yapabilmek üzere bilgelik ruhuyla dolduruldular…vb. (Ex. 28:3).
  • Bu kişilerden biri olan Betzalel " …altınla işlesin ve …taşları oysun…her türlü sanatta işleme yapsın diye; bilgelikte, anlayışta, her türlü el sanatında Tanrı’nın ruhu ile dolduruldu (Ex. 31:3-5).

Num. 11:14-17’deki ayetler, Musa’ya devredilen ruhun/gücün bir bölümünün; Musa üzerindeki baskı daha az olsun diye, halkın şikâyetlerini onların doğru şekilde değerlendirebilmelerini sağlamak amacıyla, ondan alınıp İsrail’in ileri gelenlerine (kıdemlilerine) nasıl verildiğini anlatır. Musa’nın ölümünden hemen önce; ruh ödülü ondan Yeşu’ya devredildi ve o da Tanrı’nın halkını gereği gibi yönetebildi (Dt. 34:9).

  • İsrail halkı kendi topraklarına girdikten sonra ilk krallarına (Saul) kadarki dönemde, ‘yargıçlar’ denen adamlarca yönetildi. Bu dönemde onlar çoğu kez düşmanları tarafından ezildiler. Ama ‘Yargıçlar’ kitabı, İsraili onun istilacılarından mucizevi olarak kurtarmak üzere bazı yargıçlara Tanrı’nın ruhunun nasıl geldiğini belirtmektedir. Şunlar bunu örnektir: Otniel (Jud. 3:10), Gideon (Jud. 6:34) ve Yeftah (Jud. 11:29).
  • Diğer bir yargıç olan Samson’a ruh, bir aslanı öldürmek üzere (Jud. 14:5,6), 30 adamı öldürmek için (Jud. 14:19) ve bağlanmış olduğu ipleri koparmak üzere (Jud. 15:14) verildi. Bu bakımdan, böylesine ‘Kutsal Ruh’ a Samson tarafından sürekli sahip olunmamıştı. O, özel şeyleri başarmak üzere ona geldi ve sonra geri çekildi:
  • Tanrı’nın kendi halkı için özel bir mesajı olduğunda, ruh, Tanrı’nın sözünü bildirmek üzere birine ilham verirdi. Mesaj sona erdiğinde, Tanrı tarafından doğrudan doğruya bildirimin ruh armağanı geri çekilirdi; ve o kişinin sözleri Tanrınınkiler değil, tekrar kendininkiler olurdu. Bu konudaki birçok örnekten biri şudur:

"Tanrı’nın ruhu Zekarya’nın üzerine geldi… ve böylece o, onlara (halka) Tanrı’nın şunu dediğini söyledi: ‘Efendiniz Tanrı’nın buyruklarını neden çiğniyor sunuz?’ " (2 Chron. 24:20).

Diğer örnekler için 2 Chron. 15:1,2 ve Lk. 4:18,19’a bakınız. Buradan, belirli bir amaç için Tanrı’nın ruhunun kullanımı armağanının elde edilmesinin şunlar olmadığı apaçık ortadadır:

  • Kurtuluşun bir garantisi
  • Bir kişinin tüm yaşamında etkisini sürdüren bir şey
  • İnsanların içinde gizemli bir güç
  • Mutlu edici kişisel deneyimle kazanılan bir şey

Kutsal Ruh armağanı hakkında çok belirsiz akıl yürütmeler olduğu söylenmelidir. Bazı kişiler Kutsal Ruh’u elde ettiklerini iddia etmekte ve birçok Müjde Salonu’nda, İsa’yı kabul ettikleri düşünülen kişilerin önünde, ‘ruh armağanlarına sahip olma’ havucunu (yemini) sallandırmaktadırlar. Ancak şu soru vurgulanmalıdır: ‘hangi armağanlar?’. İnsanların tam olarak hangi armağana sahip olduklarını bilmemeleri olanaksızdır. Samson’a bir aslanı öldürmek üzere bir ruh gücü verilmişti (Jud. 14:5,6) ; kükreyen hayvanla karşı karşıya kaldığında, o kendisine ruhun ne için verilmiş olduğunu tam olarak biliyordu. Bu konuda kafasında hiç bir şüphe yoktu. Bu husus, günümüzdeki kutsal ruhu elde ettiğini iddia edip de ne özel bir iş başarabilen ve ne de sözde hangi armağana (armağanlara) sahip olduğunu bilen kişilerin durumuyla yalın bir tezat olarak durmaktadır.

Burada; bu gibi kişilerin Hıristiyanlıkla bağlantılı önemli bir duygusal deneyim geçirdikleri ve onların yaşam tarzlarında sonradan ortaya çıkan U-dönüşü’nün onları kendi içlerinde garip bir yeni, farklı duygu içinde bıraktığı sonucuna ulaşmaktan başka seçenek yoktur. Bu dikkate alındığında, bunlar, Kutsal Ruh armağanlarına ilişkin İncil bölümlerine sarılmakta ve sonuç olarak, ‘Benim yaşıyor olduğum bu olmalı!’ sonucuna varmakta ve onların şen rahipleri de çenelerinin altına hafifçe vurup da ‘Tamamıyla haklısın! Tanrıyı öv!" demekte ve bu gibi olayları, diğerlerine Kutsal Ruh’u taşıdığı konusunda ikna etmeye çalışırken delil olarak kullanmaktadırlar. Bu kötü taklidin kökeni, bu gibi kişilerin kendi sandıkları ‘değişim’ den önce, İncil’i kavramadaki eksikliklerinde yatmaktadır.

Kendi duygularımızın aldatıcılığına (Jer. 17:9) karşı mücadele etmek üzere, ayaklarımızı İncil prensiplerinin sert kayası üzerine dayamak zorundayız Bunu açıkça görmek için gereksinim duyulan, Tanrı’nın ruhunun nasıl çalıştığına ilişkin bir çalışma’dan başka bir şey değildir. Hepimiz Tanrı’nın gücünün yaşamımızda bizimle beraber işliyor olmasını düşünmekten zevk alırız. Ancak Tanrı bunu nasıl ve niçin yapıyor? İnsanlar olarak ruh armağanlarına gerçekten sahip olur muyuz? Tanrı’yı gerçekten bilmeyi ve onunla yaşayan bir ilişkiye sahip olmayı istersek, bu şeyleri gereği gibi kavramanın öneminin farkına varırız.

İLK YÜZYILDAKİ ÖDÜLLER İÇİN NEDENLER

Tanrı’nın ruhunun ödülleri hakkında henüz öğrendiğimiz temel prensipleri hatırlayarak, şimdi de, ilk toplulukların (yani İsa’nın zamanından sonraki kuşakta yaşamış inançlılar toplulukları) sahip oldukları ruh armağanlarının Yeni Ahit kayıtlarına geliyoruz.

İsa’nın havariler için son buyruğu, onların Müjde’yi duyurmak üzere dünyanın her yanına gitmeleri idi (Mk. 16:15,16). Onlar da, mesajlarında İsa’nın ölümü ve yeniden dirilişi temasını en başa alarak, öyle yaptılar. Ama; o zamanlar, bizim bildiğimiz gibi Yeni Ahit’in olmadığını hatırlayınız. Onlar pazar yerlerinde ve havra’larda; bu adam, ‘Nasıralı İsa’ hakkında konuşmak üzere ortaya çıktıkları sırada, - ‘İsrail’den mükemmelliğe erişen bir marangoz öldü ve daha sonra Eski Ahit’teki kehaneti doğru olarak gerçekleştirmek üzere yeniden dirildi, ki bu yüzden onlar vaftiz olmaya ve O’nun örneğini takip etmeye davet ediliyorlardı’ şeklindeki - onların öyküleri garip gibi görünüyordu.

O günlerde, diğer kişiler de, kendi mezhepleri için yandaş gruplarını geliştirmeye çalışıyorlardı. Hıristiyanlar tarafından duyurulan mesajın Kuzey İsrail’den bir grup balıkçının felsefesi olmaktan çok, Tanrı’nın kendinden olduğunu dünyaya kanıtlamanın bir yolunu bulmak gerekiyordu.

Günümüzde, mesajımızın Tanrı’dan olduğunu kanıtlamak için İsa’nın öğretisi ve çalışmasının Yeni Ahit kayıtlarına başvururuz. Ancak o günlerde, o yazılmadan ve elde olmadan önce, Tanrı vaizlere; ne söylediklerinin gerçeğini vurgulamak üzere, O’nun Kutsal Ruhu’nu kullanmalarına izin verdi. Bu, dünya’nın görüş alanı içinde armağanların kullanımı için özel nedendi. Yazılı Yeni Ahit’in yokluğu, yeni inançlılar gruplarının kendi imanlarını geliştirmeleri için de zorluk yaratıyordu. Uygulamada onlar arasında ortaya çıkan sayısız sorunlar, hiç bir açık çözüme sahip değildi; ve onların İsa’da imanlarını geliştirmek üzere yol gösterecek çok az araç bulunmaktaydı. Bu nedenlerden ötürü; mesajların ve İsa’nın öğretisinin Yeni Ahit kaydı yazılıncaya ve yayılıncaya kadar, ilk inançlıların yol göstericisi olarak, esinle gelmiş mesajlar yoluyla Kutsal Ruh armağanları elde bulunmaktaydı.

Daima olduğu gibi, Kutsal Ruh’un bahşedilmesi için bu nedenler, çok açık olarak ortaya konmuştur:

  • "O (İsa) yükseğe (gökyüzüne) çıkarken,… insanlara (ruhsal) armağanlar verdi: kutsalların mükemmelleşmesi için, hizmetin (vaaz) ifası için, Mesih’in kitlesinin - yani inançlıların - geliştirilmesi için …" (Eph. 4:8,12).
  • Böylece Pavlus Roma’daki inançlılara şunu yazdı : "Sizi güçlendirmek için, ruhsal bir armağan vermek üzere sizi görmeyi çok istiyorum " (Rom. 1:11).

Müjde’nin duyurulmasını pekiştirmek üzere armağanların kullanımına ilişkin olarak şunları okuruz:

  • "Yaydığımız müjde size sadece söz olarak değil, güç olarak da; Kutsal Ruh’la ve tam bir güvence ile - mucizeler yaratarak - geldi" (1 Thes. 1:5 krş. 1 Cor. 1:5,6) .
  • Pavlus şunu diyebildi: " İnanmayanların itaat etmesi için sözle ve (mucizevi) eylemle, güçlü göstergeler ve harikalarla, Tanrının ruhu’nun gücü yoluyla Mesih’in benim üzerimde işlediği bu şeyler…(Rom. 15:18,19).
  • İncil’in vaizlerine ilişkin şunu okuruz: "Tanrı da hem belirtiler ve harikalarla ve hem de birçok mucizelerle …Kutsal Ruh armağanlarıyla onlara tanıklık etti (Heb. 2:4).
  • Kıbrıs’ta, bir İncil duyurma kampanyası, mucizelerle şu şekilde desteklenmişti: " Vekil (Vali), ne yapıldığını gördüğünde, öğretiye şaşarak iman etti (Acts. 13:12) .

Böylece mucizeler valiyi öğretilen doktrine gerçekten saygı duymaya yöneltmiştir. Konyada da : "Efendimiz Tanrı… kendi lütfunun sözüne tanıklık yaptı; onlara mucizeler ve harikalar yapma gücü bahşetti" (Acts 14:3).

Bütün bunlar, duyurulacak buyruklara havarilerin itaati üzerinde tartışarak özetlenebilir: "Onlar da gittiler ve (Tanrı sözünü) her yerde yaydılar. Efendimiz Tanrı da onlarla birlikte çalışıyor ve takip eden belirtilerle sözü doğruluyordu (Mk. 16:20).

ÖZEL ZAMANLARDA ÖZEL ŞEYLER

Bundan ötürü ruhun bu armağanları, özel zamanlarda özel şeyleri başarmak üzere verilmiştir. Bu husus, armağanın mucizevi sahipliğinin kişinin yaşamı boyunca sürekli bir olay olduğunu savunmanın yanlışlığını göstermektedir. Petrus’un da dahil olduğu havariler, İsa’nın göğe alınışının hemen sonrasındaki Pentikost (hasat) yortusunda "Kutsal Ruh ile dolduruldular" (Acts 2:4). Bundan ötürü onlar Hıristiyan Müjdesi’nin duyurulmasını başlatmak üzere, olağanüstü bir yoldan yabancı dillerde konuşmaya başladılar. Yetkililer onları önlemeye çalıştıklarında, "Petrus Kutsal Ruh’la doldu" ve bu şekilde onlara ikna edici şekilde karşılık verebildi (Acts 4:8). Bildirime devam etmek üzere, armağanlar tarafından, onların hapisten serbest bırakılmaları olanaklı kılındı: "Onların hepsi Kutsal Ruh ile dolduruldular ve Tanrı sözünü cesaretle duyurmaya devam ettiler" (Acts 4:31).

Dikkatli okuyucu şunun söylenmediğini görür: " ‘Daha önceden ruhla dolu olarak, onlar’ bu şeyleri yaptı" . Onlar belli şeyleri başarabilmek üzere ruhla doldular, ama Tanrı’nın planındaki diğer bir amacı başarabilmek üzere tekrar doldurulmak zorundaydılar. Ayni şekilde Pavlus da, onun vaftizinde "Kutsal Ruh’la doldu" , ancak yıllar sonra kötü bir adamı körlük’le cezalandırmak üzere tekrar "Kutsal ruh’la dolduruldu" (Acts 9:17 ; 13:9).

Mucizevi armağanlardan söz ederken Pavlus ilk inançlılara, onları etkisi altına alanın şu olduğunu yazdı: "Mesih’in armağanının ölçüsüne göre" (Eph. 4:7). "Ölçü" sözcüğünün Yunanca anlamı, ‘sınırlı bir parça yada derece’dir (Gücün Uyumu). Sadece İsa ölçüsüz armağana sahipti; yani O onları istediği gibi kullanmada tamamen serbestti (Jn. 3:34).

Şimdi de, ilk yüzyılda sahip olunduğu en fazla zikredilmiş gibi görünen bu ruh armağanlarını belirteceğiz.

İLK YÜZYIL RUH ARMAĞANLARI

KEHANET

Kâhin (Peygamber) sözcüğünün Yunanca karşılığı, ‘Tanrı’nın sözlerini dışarıya söyleyen kişi’ - yani Tanrı’nın sözünü bildiren ve zaman zaman gelecekteki olayları da önceden söyleyen, kendisine vahiy gelmiş biri- anlamına gelir (Bk. 2 Pet. 1:19-21) . Böylece, kehanet armağanını almış olan "peygamberler" , "…Kudüs’ten Antakya’ya geldiler. Bunlardan Agabus adlı biri ortaya çıkıp, bütün dünyada şiddetli bir kıtlık (açlık) olacağını, Ruh’un aracılığı ile bildirdi; ki bu Klavdiyus Sezar’ın imparatorluğu sırasında oldu. Bu durumda müritler, her biri kendi gücüne göre, kardeşlere yardım göndermeyi kararlaştırdılar" (Acts 11:27-29) . Birkaç yıl içinde açıkça gerçekleşmiş olan bu tip çok özel kehanet, şu anda kehanet armağanına sahip olduğunu savunan kişiler arasında hiç bulunmayan bir şeydir. Gerçekten, ilk inançlı topluluklarında cidden bu armağana sahip olanların bulunduğunu eminiz; ki onlar kehanette bulunmuş oldukları sıkıntıyı hafifletmek üzere zamanlarını ve paralarını vermişlerdir. Bugünün ruh’la dolu toplulukları denenler arasında, bu tip şeylerin çok az örneği bulunabilir.

İYİLEŞTİRME

Mademki havariler, Tanrı’nın yeryüzünde mükemmeliyet egemenliğinin iyi haberlerini (Müjde) bildiriyorlar; o halde, ne zaman "körlerin gözleri açılacak ve sağırların da kulakları açılacak…Ve topal adam sıçrayacak…(Isa. 35:5,6) olduğunu mucizeler yaparak önceden anlamak suretiyle mesajlarını doğrulamak durumundadırlar. Tanrı’nın egemenliği’ndeki koşullar hakkında daha fazlası için Konu 5’ e bakınız. Tanrı’nın egemenliği yeryüzünde kurulduğunda, bu şekildeki vaatler yarım yamalak yerine gelmeyecek, egemenliğin burada mı yoksa burada değil mi olup olmadığı belirsiz olmayacaktır. Bundan ötürü, Tanrı’nın mesajı mucizevi olarak doğrulaması şudur ki Egemenlik reddedilemeyecek kadar kesin, belirli bir biçimde idi. Bu nedenle, ilk inançlılarca gerçekleştirilen mucizevi iyileştirmelerin birçoğu kamuoyu’nun gözü önünde oldu. Buna klasik bir örnek, Petrus’un her sabah tapınak kapısına getirilen topal dilenciyi iyileştirmesi’dir. Acts 3:2’ de belirtildiğine göre; onu her gün oraya getiriyorlardı - o halde o aşina bir görünümdü. Petrus’un ruh ödülünü kullanması yoluyla iyileştirildiğinde, "O sıçrayıp ayağa kalktı, yürümeye başladı ve yürüyüp sıçrayarak onlarla birlikte tapınağa girdi…Ve tüm ahali onun yürüdüğünü ve Tanrı’yı övdüğünü gördü; ve onlar onun tapınağın ‘Güzel Kapı’ diye adlandırılan kapısında oturup para dilenen kişi olduğunu bildiler ve ona olanlar karşısında hayret ve şaşkınlıkla doldular. İyileştirilmiş olan topal adam Petrus’a tutunurken…bütün halk büyük şaşkınlık içinde onların yanına sundurmaya koştular…" (Acts 3:7-11).

O zaman Petrus derhal İsa’nın yeniden dirilişi hakkında bir açık hava konuşmasına başladı. Önlerindeki ‘iyileşmiş dilenci’ şeklindeki tartışmasız, reddedilemez kanıt karşısında, onların Petrus’un sözlerini Tanrı’nınki olarak algıladıklarını emin olabiliriz. "Dua saatinde" (Acts 3:1) halk, bir cumartesi sabahı alışveriş merkezlerine olduğu gibi, tapınak kapısına akın etmekteydi. Tanrı kendi sözünün bildirimini böyle bir açık mucizeyle doğrulamak üzere bu şekilde bir yer seçti. Benzer şekilde Acts 5:12’ de şunu okuruz: "Havarilerin aracılığı ile halkın arasında birçok belirtiler ve harikalar yaratılıyordu" . Pentikost yortusu iyileştiricileri ve benzerleri tarafından (bugün) ortaya atılan olağan iddialar: ana caddedekilerden çok, arka-sokak kiliselerinde; duygulardan arınmış kamuoyu’nun önünden çok, bir mucize’nin ortaya çıkacağı ruh hali ile kendinden geçmiş inançlı seyircilerin huzurunda ortaya çıkan şeyler çevresinde oluşmaktadır.

Şu söylenmelidir ki, bu kitabın yazarı, bu konuları, halihazır ruh sahipliği savunucularıyla tartışma ve de birçok ruh sahipliği iddiasına tanık olma deneyimine büyük ölçüde sahiptir. Şu ana kadar benim birçok sonuçsuz iyileştirmeleri ve en fazla kısmi şifaları görmedeki ‘kişisel tanıklığım’ ı özel olarak ayrıntılandırılmasına gerek yoktur. Bu kiliselerin herhangi bir dürüst üyesi, bunlardan birçoğunun süregeldiğini itiraf edecektir. Birçok vesileyle, gerçek-anlamda Penticost arkadaşlarıma şunu ifade ettim: "Bu büyük güçlere sahip olabildiğinize inanmak konusunda isteksiz değilim. Ancak; Tanrı daima, kimin güce sahip olup kimin olmadığını açıkça göstermiştir. Bu nedenle, sizden bana gerçeği göstermenizi istemek mantıksız geliyor - ki bu durumda Kutsal Yazılar’la tam olarak uzlaştıramadığım sizin kuramsal konumunuzu kabul etmek üzere daha fazla yönlendirilebilirdim". Bana hiçbir zaman açık bir "ruh’un ve gücün gösterisi" sunulmadı.

Benim bu tavrımın tersine, ilk yüzyılın ortodoks Yahudileri (Ferisiler), Hıristiyanların Tanrı’nın mucizevi ruh ödüllerine sahip olma olasılığına karşı belleklerini kapadılar. Ama yine de şunu kabullenmek zorunda kaldılar: "Bu adam birçok mucizeler yapıyor (Jn. 11:47), ve "Gerçekten olağanüstü bir mucize yaratıldı..ki bu Kudüste yaşayan herkese gösterildi; ve biz bunu inkâr edemeyiz" (Acts 4:16). Benzer şekilde, havarileri yabancı dillerde konuşurken duyanlar "şaşırdılar" (Acts 2:6) . Ayni şey, Pentikostal kafa ütülemelere karşılık olarak, bugün olmamaktadır. Şurası gerçektir ki modern Pentikostal protestan mezhebindekilere daha sevecen yaklaşan kişiler de, onların gerçekten mucizelere ulaştıkları hususunu makul ölçüde yalanlayabilmektedirler. Tüm Kudüste sadece bir mucize manşete ulaşsaydı, onu Londra’nın Trafalgar meydanında ya da Nairobi’nin Nyaharuru parkında yapılmış gerçek bir mucize gibi göstermek mantıklı olmazdı. O zaman bu, Tanrı’nın mucizevi ruh armağanlarına bugün de sahip olunduğunun dünya ölçeğinde tanınması olmaz mıydı? Bunun yerine, Pentikostallar, kendi imanlarının nedenleri olarak, dünyanın aşağıdaki tipteki kanıtlara sarılmasını beklemektedirler:

  • Mide ülserlerinin (sonunda) şifa bulmuş olması; şifa bulma sürecinin söylendiğine göre bir dua toplantısından sonra başlamış olması.
  • Çarpık kol ve bacakların düzelmesi.
  • Çoğu kez önceki durumuna döndüğü halde; görme ya da işitmenin iyiye gitmesi.
  • Bunalımların ortadan kaldırılması.

Bu örneklere Kenya Nairobi’de ambulansların hastane hastalarını T.O. Osborn şifa haçlıları’na getirmesi gerçeği de eklenmelidir. Şoförler burada kalmaları ya da geri dönmeleri ve ayni şekilde acı çekenlerin hiçbir şifası olmadığı konusunda ahlaki bir açmazla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Şu anda bile, birçok reklam posterinden şu şekildeki toplantılar için, meydan okuma çağrısı yapılmaktadır: "Bir mucizeyi bekleyenler, gelin!". Psikolojik olarak, kendi kendine telkin ve benzeri tüm tavırlara ilişkin sahne hazırdır.Yeni Ahit’in hiçbir yerinde, bir mucize ortaya çıkmadan önce böylesine güçlü psikolojik şartlandırmaya gereksinim duyulduğuna dair en ufak bir ipucu yoktur. Şurası bir gerçektir ki, ilk yüzyılda iyileştirilenlerden bazıları, imanlı değildi- ki bunlardan birisi İsa’nın kim olduğunu bile bilmiyordu (Jn. 5:13 ; 9:36).

Benzer bir psikolojik bombardıman; tekrarlanan dualar, davulların ritmi ve yükselen müziğin bilinç saptırması yoluyla sağlanır. Burada hiç şüphe yoktur ki, Tanrı’nın - ya da herhangi bir şeyin - mantıklı bir şekilde algılanması nafile olmaktadır. Bu kitabın yazarı, çeşitli yerlerde bu gibi birçok toplantıda hazır bulunduğunu; ve her defasında ayartma karşısında akılcı ve dengeli bir İncil bilincini yitirmemek için davulların ve el çırpmaların ritmini kaybetmek üzere mücadele etmekten çatlatıcı bir baş ağrısı geçirdiğini anımsayabilmektedir. Bütün bunların bir Pentikostal mucize için gerekli başlangıç olarak görülmesi; iyileştirmelerin, Tanrı’nın ruhu’nun doğrudan işlemesinden çok, duygusal ve psikolojik şartlandırmanın bir sonucu olduğunun yeterli kanıtıdır. Bunun tersine, Petrus; mucizelerin gerçek armağanını, insanları caddelerde yatarken iyileştirmek üzere kullanabilmişti (Acts 5:15). Pavlus’un mucizevi armağanları kullanımına; Listra kentinde (Konya’nın hemen güneyinde) yaşayan birçok putperestçe tanık olunmasına (Acts 14:8-13) ilâveten, inançlı olmayan bir hükümet yetkilisi tarafından da tanık olundu (Acts 13:12,13). Ruh ödüllerinin tam amacı ve niteliği itibariyle gerekli olduğu gibi, bu şeyler herkese açık yapılmıştır ve burada Tanrı’nın gücünün O’nun kulları tarafından açıkça sergilenmiş olduğunu kabulden başka bir diğer açıklama hiçbir şekilde öne çıkarılamaz.

Mesih’in iyileştirme mucizelerinin birinin etkisi benzerdir: "Onların hepsi (onu görenler) şaşkına döndü, ve ‘Bu türlüsünü hiç görmemiştik’ diyerek Tanrı’yı övdüler" (Mk. 2:12).

YABANCI DİLLER

Bazıları kaba saba balıkçılar olan havariler, Müjde’yi duyurmak üzere tüm dünyayı dolaşmak gibi büyük bir görev yüklendiler (Mk. 2:12). Belki de onların ilk tepkileri şu idi: "Ama, yabancı dilleri bilmiyorum ki! " Onlar için şöyle bir durum bile söz konusu değildi: "Okulda yabancı diller konusunda iyi değildim" , çünkü onlar hiç okula gitmemişlerdi. Bu tür görev geldiğinde onların hakkında şu yazılmıştır: "ki onlar eğitimsiz, cahil kişilerdi" (Acts 4:13). Daha eğitimli vaizler (örn. Pavlus) olmakla beraber, yabancı dil engeli yine de çok güçlüydü. Dönüşümler yapıldığında, her birinin (yazılı Yeni Ahit’in yokluğunda) eğitim için birbirleri üzerinde sahip olmaya gereksinim duydukları güven açısından, diğer birinin dilini anlayamama büyük bir sorun anlamına geliyordu.

Bunu yenmek için, yabancı lisanları (dilleri) konuşma ve onları anlayabilme armağanı bahşedildi. N.I.V. (İncil’in uluslararası yeni -İngilizce- çevirisi) kenar notunda ‘diller’i , ‘lisanlar’ olarak tercüme etmektedir. Bu ‘diller’ görüşü ile, ‘diller’ olarak onların akılsızca seslerinin coşkulu ifadelerini anlatan ‘yeniden doğacak’ bir çok Hıristiyanınki arasında yalın bir tezat olduğu açıktır. Bu karışıklık; ‘diller’in, ‘yabancı lisanlar’ olduğuna ilişkin İncil tanımlamasına işaret etmek yoluyla açıklığa kavuşturulabilir.

İsa’nın göğe alınışının hemen sonrasındaki Yahudi Pentikost yortusunda, havariler: " Hepsi Kutsal Ruh’la dolduruldular ve diğer dillerde konuşmaya başladılar…Kalabalıklar bir araya geldiler (tekrar açık bir armağanlar gösterisi!) ve şaşakaldılar, çünkü onların konuşmasını her biri kendi lisanında işitiyordu. Ve onlar birbirlerine: ‘Bakın, bu konuşanların hepsi Celileli değil mi? Nasıl oluyor da her birimiz doğduğumuz yerdeki kendi dilimizde (ayni Yunanca sözcük ‘lisanlar’ olarak çevrilmiştir) işitiyoruz? Partlar, Medler,…her birimiz onların kendi dillerimizde konuştuğunu işitiyoruz’ diyerek tümden hayrete düştüler ve şaştılar…Ve onlar tümden şaşakaldılar" (Acts 2:4-12). Halkın şaşkınlığının iki kez vurgulanması ve onların hayrete düşmelerinin kaçınılmaz olması; eğer onlar bugünkü ödül sahibi olduğunu iddia edenlerce söylenen anlamsız karışık sözleri işitmiş olsalardı, pek olası olmazdı; ve bunlar Acts 2’deki yaşanan gibi konuşulan sözlerin anlaşılmasından ortaya çıkan kanı ve şaşkınlıktan çok, küçümseyici alaya alma ya da kayıtsız kalma’ya neden olurdu .

‘Diller’ ve ‘lisanlar’ arasındaki açık paralellikten ayrı olarak, Acts 2:4-11’de ‘diller’; ‘lisanlar’ anlamında, Yeni Ahit’in diğer kısımlarındakilerden çok daha açık şekilde, kullanılmıştır. "Halklar, uluslar ve diller" ibaresi; Esinlemeler kitabında, dünya gezegeninin tüm halklarını belirtmek üzere, beş kez kullanılmaktadır "Rev. 7:9 ; 10:11 ; 11:9 ; 13:7 ; 17:15). ‘Diller’ anlamına gelen Yunanca sözcük, Eski Ahit’in ( Septuagint denen) Yunanca versiyonunda ‘lisanlar’ olarak yer almaktadır (Bk. Gen. 10:5 ; Dt. 28:49 ; Dan. 1:4).

1 Cor. 14 ’ de, dillerin ödülünün kullanımına ilişkin bir buyruklar listesi olup; buradaki Is. 28:11’den alınma, Yahudilere karşı tanıklık etmek üzere bu ödülün nasıl kullanıldığına ilişkin 21. Ayet şudur: "Kutsal Yasa’da şöyle yazılmıştır: ‘ (Tanrı) Diğer dilleri konuşanlarla ve başka dudaklarla bu halka sesleneceğim’…". Is. 28:11 aslında İsrail’in işgalcilerinin Yahudilere, onların bilmedikleri lisanlarda (dillerde) hitap ettiklerinden söz etmektedir. ‘Diller’ ve ‘dudaklar’ arasındaki paralellik; ‘diller’in, ‘yabancı lisanlar’ olduğunu göstermektedir. Bu bölüm Pavlus’un, kendisine vahiyle gelmiş; ilk toplulukta ortaya çıkan, armağanların kötü kullanımına ilişkin eleştirisidir; ki bu yapılırken, peygamberlik ve dil armağanlarının niteliği konusunda birçok kavram da verilmektedir. Şimdi bunun üzerinde kısa bir yorum yapmaya çalışacağız. Burada anahtar ayet, aşağıdaki 37. Ayet’ tir:

"Eğer herhangi biri kendisinin bir peygamber ya da ruhani olduğunu düşünüyorsa, bilsin ki size yazdığım Tanrı’ nın buyruklarıdır. "

Eğer herhangi biri ruhsal olarak armağanlandırıldığını savunuyorsa; o zaman, armağanların kullanımı hakkında Tanrı tarafından vahiyle gönderilmiş önceki buyrukları kabul etmelidir. Bu yüzden; bugün bu buyruklara itaat etmeyen herhangi birileri Tanrı’nın vahiyle gelmiş sözlerini aşağılamaya değer gördüklerini açıkça itiraf ediyorlar demektir. 11-17 Ayetler şu şekildedir:

"Bundan ötürü, konuşulan dilin anlamını bilmezsem, ben konuşana yabancı olurum ve konuşan da bana yabancı olur.

Siz de ruhsal armağanlara heveslendiğinize göre, topluluğu gelişmek üzere üstün olmaya çalışın.

Bunun için, bilmediği dilde konuşan, (bunları) çevirebilmek için dua etsin.

Bilmediğim dilde dua edersem, ruhum dua eder, ama beynim verimsizdir.

O halde ne yapmalı? Ruhumla dua edeceğim ve beynimle de dua edeceğim: Ruhumla ilâhi söyleyeceğim ve beynimle de ilâhi söyleyeceğim.

Yoksa, ruhunla şükrettiğinde odada bulunan eğitimsiz kişi, senin ne söylediğini anlamadığına göre, nasıl ‘Amin!’ desin?

Uygun şekilde şükrediyor olabilirsin, ama bu diğerlerini geliştirmez.

Bu yüzden; ayinde bulunanların anlamadığı bir dilden konuşmak, yararsızdır. Anlamsız karışık sözler kullanımına izin verilmez. Çünkü anlaşılamayan karışık sözlerden oluşmuş bir duanın sonunda nasıl dürüst bir ‘Amin’ denebilir? Amin sözcüğünün anlamının "Öyle olsun" ,yani, "Bu duada ne söylendiyse tamamen kabul ediyorum" demek olduğunu hatırlayınız. Pavlus, "Kardeşlerinizle, anlayamadıkları bir dilde konuşursanız bu onları geliştirmez" demektedir.

Bir Billy Graham kampanyasında, Hıristiyanlığı daha fazla İncil-temelli bir yaklaşıma geri döndürmek için halkı çekmek üzere, dışarıda broşür dağıttığımı hatırlarım. Heyecanlı bir kadın - 10 dakika hızlı ve anlaşılmaz bir biçimde ‘diller’ konusunda konuşarak - beni, Mesih’te Kardeşler doktrinimin şeytan-yönlendirmesi olduğu konusunda ikna etmeye çalışmıştı. Bu şekilde, hiçbir yoldan geliştirilemedim; bu kesinlikle Pavlus’un tam olarak yapmamamızı buyurduğudur.

18. Ayet :

"Sizin hepinizden daha fazla dil konuştuğum için, Tanrıma şükrederim.

Mesih’in duyurulmasındaki uzun seyahatleri nedeniyle, Pavlus’un lisanlar (diller) armağanına pek çok gereksinimi vardı.

19. Ayet

"Bununla birlikte; toplulukta, bilinmeyen bir dilde on bin sözcük söylemektense, sözüm vasıtasıyla başkalarını da eğitmek üzere beynimle beş sözcük söylemeyi tercih ederim."

Bu, oldukça açıktır. Mesih hakkında ana dilimdeki kısa bir cümle, bana, yabancı bir lisandaki - ya da anlamsız ve karışık şekildeki - saatlerce süren bildirimden daha iyi gelecektir.

22. Ayet

"Bunun için, bilinmeyen dillerle konuşma; inançlılar için değil, (bilgilendirilecek) inancı olmayanlar olduğuna dair bir belirtidir. Ancak peygamberlik, inancı olmayanlar için değil, inançlılar için mümkündür."

Bundan ötürü, yabancı diller, esasen Müjde’nin önceki duyuruluşlarında kullanılmakta idi. Ama yine de bugün, ‘diller’ ödülü sahipliği iddialarının çoğu, inançlı gruplar arasında ya da (görünüşe göre) bazılarının yalnız olduklarında yaşanan bireysel, kişisel deneyimler olarak ortaya çıkmaktadır. İncil’i yaymak üzere yabancı lisanları mucizevi olarak konuşabilen böyle kişilere, giderek daha az rastlanmaktadır. 1990’ların başlarında, Doğu Avrupa’da Mesih’i duyurmak için fırsat kapısı açıldı ama "evangelist" denen topluluklar, dil engellerinden dolayı kendi yazılı kaynaklarını İngilizce olarak dağıtmak zorunda kaldılar. Eğer sahip olunsaydı, ‘diller’ ödülü kesinlikle kullanılma durumunda olmayacak mıydı? Ve büyük kalabalık oluşturan evangelist Reinhardt Seiber, ruhun olağanüstü sahipliği iddiasında bulunurken, yine de Ugandada Kampala kentindeki kalabalığa bir çevirmen vasıtasıyla hitap etmek zorundaydı.

23. Ayet

"Bu bakımdan eğer, bütün inançlılar bir yerde toplanıp, hepsi bilmedikleri dillerde konuşursa, ve oraya cahil yada inançlı olmayanlar girerse, onlar sizin çıldırdığınızı söylemezler mi?"

Bu, tam olarak ne olduğudur. Müslümanlar ve putperestler de, baştanbaşa Batı Afrikada, diller armağanı sahipliği iddiasında olanların garip davranışlarıyla benzer şekilde alay ettiler. Bir Pentikostal toplantının yakınında bulunan sağduyu sahibi bir Hıristiyan bile, üyelerin çıldırmış olduğunu düşünmekten kendini alamayacaktır.

27. Ayet

"Eğer herhangi biri bilinmeyen bir dilde konuşacaksa, iki ya da en çok üç kişi sırayla konuşsun ve biri de çeviri yapsın."

Herhangi bir ayinde, yabancı dille konuşacak sadece iki ya da üç kişi olmalıydı. O halde herhangi bir dinleyici topluluğuna, üçten fazla farklı dillerle hitap edilmiş olması olası değildir. Eğer konuşmacının her cümlesi ikiden fazla tercüme edilme zorunda kalınsaydı, bir ayin kısa sürede tüm ahengini kaybederdi. Eğer Londranın göbeğinde İngiliz halkıyla birlikte bir kısım Fransız ve Alman turistlerin de hazır bulunduğu bir toplantıda diller armağanına sahip olunsaydı, konuşmacılar konuşmalarına şu şekilde başlayabilirlerdi:

Rahip : Good evening (iyi akşamlar)

İlk yabancı dil konuşmacısı: Bon soir

İkinci yabancı dil konuşmacısı : Guten Abend

Ancak onlar doğal olarak birbirlerini takiben konuşmalıdırlar. Onlar ayni anda konuşuyor olsalardı karışıklık ortaya çıkardı. Ama yine de, sunulmakta olan ‘yabancı dillerle konuşmalar’ın temeldeki duygusal niteliğinden ötürü; olaylar, sözcüklerin birçok kişinin ağzından ayni anda çıkması şeklinde gelişir. Gözlemlediğim kadarıyla, bir kişi tercümeye başladığında, diğerleri ayni şeyi yapmak üzere hızla etkilenmektedirler.

Diller armağanı, çoğu kez; Tanrı’dan esinlenilmiş bir mesaj (diller armağanı vasıtasıyla) konuşmacıya yabancı bir dilde (peygamberlik armağanı vasıtasıyla) konuşulsun diye peygamberlikle bağlantılı olarak kullanılmıştır. İki tür armağanın bu tür kulanımının bir örneği, Acts 19:6’ da bulunabilir. Bununla beraber, Londrada İngiliz halkı yanında pek çok Fransız konuğun hazır bulunduğu bir toplantıda konuşmacı Fransızca konuşursa, bu, orada bulunan İngilizleri geliştirmeyecektir. Bu yüzden; dillerin (ya da lisanların) tercümesi armağanı, herkes anlayacak şekilde - ki örneğimizde Fransızcadan İngilizceye de tercüme yaparak - sunulmalıydı. Benzer şekilde, eğer bir Fransızca konuşan tarafından bir soru sorulmuş olsaydı, kişisel olarak bilmediği halde Fransızca konuşma armağanına sahip olmasına rağmen, konuşmacı yardımsız onu anlayamayacaktı. Bu yüzden tercüme armağanı da, bunda yardımcı olarak sunulur.

İhtiyaç duyulduğunda, birinin tercüme armağanı olmaması durumunda, dil armağanını kullanılamazdı: "…birine tercüme ettirin. Ancak hiçbir tercüman yoksa, topluluk içinde onu susturun" (1 Cor. 14:27,28). Şurası gerçektir ki, hiç kimse tarafından anlaşılmayacak lisanda ve bir tercüman olmaksızın konuşan çağımızın ‘diller’ armağanı sahipliği iddiacıları, bu buyruklara kesinlikle tam bir itaatsizlik örneği oluştururlar.

32. ve 33. Ayetler

Peygamberlerin ruhları, peygamberlerin denetimi altındadır. Çünkü Tanrı, kutsalların bütün topluluklarındaki gibi, karışıklık değil huzur yaratıcısıdır.

Bu nedenle; Kutsal Ruh armağanlarına sahip olma, bir kişinin normal algılama alanının dışına alınması deneyimi ile birleşir. Ruh, kullanıcılara kontrol altına alıp onları istem dışı hareket ettiren bir güç olmaktan çok; kullanıcının kontrolüne tabi olmaktadır. Çoğu kez; şeytanlara ya da ‘kötü ruhlara’ savunmasızca sahip olunduğu şeklindeki yanlış iddia ileri sürülür. Ama Kutsal Ruh inananları doldurur. Ancak; 1 Cor. 14:32’de sözü edilen ruh gücü; özel amaçlar için, sahip olanın denetimi altındaydı; burada insan özündeki kötü güce karşı, yaşayan bir iyi güç söz konusu değildi. Ayrıca; bu Kutsal Ruh güçlerinin havarilere, sürekli olarak onlarla bulunmaktan ziyade, özel şeyleri başarmak üzere belli zamanlarda geldiğini daha önceden göstermiştik.

Ödüllerin sahipleri için onları, Tanrı’nın huzuru sevmesi ve karışıklıktan nefret etmesi (a. 33) hususuna uygun bir yolla onları kullanmak üzere yakarış, bugünün ‘Pentikostal’ topluluklarında bilmemezlikten geliniyormuş gibi görünmektedir.

34. Ayet

"Toplantılarda kadınlarınız sessiz kalsın: çünkü onlara konuşmak için izin yoktur; ancak onların, Kutsal Yasa’nın belirttiği gibi, itaatli olmaları buyrulmuştur."

Bu ruh armağanlarının kullanımı çerçevesinde, bir kilise ayini sırasında bir kadının onları kullanmaması gerektiği söz götürmez şekilde yerleşmiştir. Eğer mevcut anlaşılmaz ve karmaşık konuşma olgusu, bir dinleyici grubu içinde bir kişiden diğerine geçirilen duygusal tahrik deyimleriyle açıklanabiliyorsa, bunun toptan umursanmaması beklenir. Kadınlar, çocuklar - (aslında her biri uysal mizacı temsil eder) - bu tür uyarımlardan etkilenebilirler ve bundan ötürü yanlış olarak ‘diller armağanı’ gibi sunulan coşturucu ifadeler oluştururlar.

Modern kiliselerde dil armağanlı konuştuğu ya da peygamberlik yaptığı söylenen kadınların ünü, bu ayetteki açık buyrukla bağdaştırılamaz. Komik ve tehlikeli bir düşünce tarzı, Pavlus’un bir kadın-düşmanı olduğudur ki bu tez birkaç ayet sonra şu şekilde çürütülür: "Bir kimse kendinin bir peygamber ya da ruhani olduğunu sanıyorsa, bilsin ki size yazdığım bu şeyler, Tanrı’nın buyruğudur (1 Cor. 14:37) - kişisel olarak Pavlusunkiler değil.

Bu yüzden; vahiyle gelmiş bir İncil’e inanan herkes, 1 Cor. 14. Bölüm’deki bu buyrukların ciddiye alınması gereğini kabul eder. Onları açıkça küçümsemek sadece Kutsal Yazıların tamamen vahiyle geldiğine olan bir inanç noksanlığını gösterebilir.(Mademki ancak armağanlardan yoksun birisi 1 Cor 14’de buyrukların, bizim için Tanrı’nın buyrukları olduğunu reddedecektir, o halde birinin ruhsal olarak ödüllendirilmediğini kendi kendine ilân da yine ayni inanç noksanlığını gösterebilir). Bu düşünce tarzının mantığı etkili, gerçekte yıkıcıdır. Bunun ışığı altında, böyle bir toplulukta bir üye olarak nasıl kalabilirsin ya da onlara katılmada nasıl istekli olabilirsin?

Bu bölümde bir dipnot olarak, şurası çok önemlidir ki; yabancı diller konuşma armağanı almış olma iddiasındaki bu gibi tarikatçıların, diğer geçmişe sahip kişilerle karşılaştırıldıklarında, yüksek düzeyde bunalım sahibi oldukları, bilimsel olarak ispatlanmıştır. U.S.A. Vanderbilt üniversitesinden, psikiyatri profesörü Keith Meador, bunalım ve dinsel geçmiş arasındaki ilişkinin analizine dayalı önemli bir çalışma üstlendi. O şunu buldu: "ciddi ölçüde bunalımlılık oranı… tüm çalışma grubunda % 1.7 iken, Pentikostal Hıristiyanlar arasında % 5.4 idi. Onun çalışmasının sonuçları, "Hospital and Community Psychiatry" dergisinin Aralık-1992 sayısında yayınlanmıştır.

Ayni sonuca ulaşan diğer bir makale, ’International Herald Tribune’ un 11 Şubat, 1993 tarihli nüshasında bulunmaktadır. Burada başlık kendisini belirtmektedir: "Pentikostallar ne zaman bunalım söz konusu olsa grafiklerde üstte yer alırlar". Neden bu böyledir? Mutlaka bu, Pentikostalların (ve de diğerlerinin) iddia ettiği, ağrılı bir psikolojik aldatmacadan daha fazlası olmayan ruh-edinimi deneyimi gerçeği ile ilişkilidir.


   Back
Home
Back